Öncelikle tasarımın tanımıyla başlıyayım…
Tasarım yalnızca kağıt üzerinde yürütülebilecek bir çalışma da değildir. Barındırdığı teknik detaylar her aşamada düşünülmeli ve yaşayan bir proje şeklinde tasarlanmalıdır. Öncelikle tasarımın yapım amacı çok önemlidir. Mekanın hangi fonksiyonları barındıracağı, kaç kişiye hizmet edeceği projenin iki sac ayağı gibidir. Mimarın tasarımı belirleyecek bu ve tüm detaylara en iyi şekilde hakim olması beklenir. Bu nedenle mimarın üstlendiği görevlerin başında gözlemcilik gelir. Mimardan ilk olarak tasarlanacak yapının tüm ihtiyaçlarının en iyi şekilde duyumsaması beklenir.
Mimari üretim, şüphesiz ki bir ihtiyaç sonucu doğan ve en temelde, bu üretimin yapılmasına sebep olan ihtiyacı en doğru ve fonksiyonel bir biçimde karşılayandır. Diğer bir yandan bu üretimin mimari olarak nitelikli bir üretime dönüşebilmesi için, bir takım, mimari, estetik ve fonksiyonel gereklilikleri de sağlaması gerekir. Bu noktada, mimar – işveren ilişkisi ve bu ilişkinin ne şekilde yürüdüğü bir hayli önemli oluyor. Çünkü, mimar her ne kadar mimari normlara ve estetik değerlere göre bir tasarım yapmış olsa da işverenin onayını almayan ya da işvereni memnun etmeyen bir tasarımın hayata geçmesi pek de mümkün değil. Zaten, daha öncede belirttiğim gibi, ihtiyaçtan doğan bu üretimlerin, ilk olarak o ihtiyaca cevap vermesi en başta gelir.
Mimarlık disiplininde hiçbir zaman, alışılmış bir işveren – işçi ilişkisi söz konusu değildir. Sınırlar hep biraz esnektir. Çünkü, mimarın işi bir yaşam alanı kurmaktır ve mimari mekan, fiziksel mekandan ziyade yaşanan mekandır ve yaşanan mekan geometriyi ve ölçülebilirliği daima aşar ve elbette ki, yaşanacak mekan için bir tasarım söz konusu ise, o mekanı yaşatacak şeyin kullanıcı olduğu unutulmadan ilerlenmelidir ve bu süreçte de tasarımcı ve kullanıcıyı birbirine uzak iki birey olarak düşünmek çok da mümkün değildir.
Peki neden bize yani tasarımcılara ihtiyaç var?
Ülkemizde ki yanlış algıya rağmen tasarımcılar sizin hayalinizdeki mekanı en doğru şekilde kendi dokunuşları ve mekanın ihtiyaçları çevresinde tasarlar. Bu aslında projenin daha sağlıklı daha sorunsuz ve hatta daha az maliyetle bitirilmesini size sağlar.
Mimarlık, yaratıcılığın, teknolojik gelişmelerin, yasal zorunlulukların, yapım ve yönetim tekniklerinin, en önemlisi estetik kaygıların birbiri ile yoğrulduğu yaşam kurma sanatı olarak tanımlanır. Ancak bu tanımlamanın gerçekleşebilmesi için mimarlık ürününü talep eden bir kuruma başka bir deyişle müşterinin varlığına ihtiyaç duyulur. Mimarlık ürünü, mimar ve müşteri arasındaki görüşmeler ile başlayan tasarım sürecinin sonunda ortaya çıkar. Bu görüşmelerde işverenden beklenen, ürünün şekillenmesini istediği çerçeveyi -bu çerçevenin içini doldurmanın mimarlığın uzmanlık alanı olduğunu kabul ederek- mimara aktarmasıdır. Bu bağlamda mimarın tasarımına çerçeve oluşturan en önemli etkenlerin ekonomik ve estetik faktörler olduğu söylenebilir.
İyi bir proje ile mekanınızı tasarlayacak olan tasarımcılar, deneyimlerinden de faydalanarak gerekli olan önemli noktaları mekanınızda uygulayarak ve hataları en aza indirerek sizin en iyi sonucu almanıza yardımcı olurlar.
Estetik kaygının çoğu zaman müşteri ve mimar arasında çatışmaların yaşanmasına sebep olduğu, tasarım kalitesini aşağı çektiği söylenebilir. Bu noktada mimardan beklenen, müşterisini tasarım sürecinin ortaklaşa yürütülen bir süreç olduğuna ikna ederek, mesleğinin etik değerlerinden ödün vermeden mimari ürün vermesidir. Fakat günümüzde bunu kabul edip sadece müşteri odaklı tasarım yapan ve kendi çizgisi olmayan birçok mimarlık ofisi görmekteyiz. İş verenin iyi şekilde araştırma yapıp istediğini bilmesi ve kendine uygun tasarım ofisini bulup onunla çalışması da onun en büyük sorumluluklarından biridir.