

Türkiye’de franchise sistemine olan ilgi büyük. Özellikle gıda, hizmet ve perakende alanlarında birçok girişimci, markalaşmadan franchiser (franchise veren) olup jet hızıyla büyüme hayaline kapılıyor ancak unutmamak gerekir ki, güçlü marka olmadan büyümek, aslında kendi başarısızlığını daha da büyütmek olacaktır.
Bugün maalesef onlarca şubesi olan ama yarın tabelası bile hatırlanmayacak birçok girişim görüyoruz. Çünkü şubeleşmek ile markalaşmak arasında dağlar kadar fark var. Marka, sadece isim değildir; vaattir, değerler zinciridir, sistemdir, güvendir, sürdürülebilirliktir. Jeff Bezos’un tanımıyla; “Marka, siz odadan çıktıktan sonra sizin hakkınızda konuşulanlardır.” Eğer öyleyse demek ki franchise almak isteyen bir yatırımcı (franchisee), sadece askerden yeni dönen oğlu için dükkân değil, aslında algı değeri yüksek bir marka makinesi satın almak istiyor. Asıl hedef; şube açmak değil, bir markanın şemsiyesi altında gölgelenmek.
Franchise sistemleri, teoride bir başarı modelini ölçeklemek ve büyütmek anlamına gelir. Ancak Türkiye’de bu terim çoğu zaman dolgun bir giriş ücreti alıp “bayilik dağıtmak” ile karıştırılıyor hatta bazen de franchise verme işini “havadan gelen nakit para” olarak görenler de olabiliyor maalesef.
Oysa şunu açıkça söylemek gerek: Bir şubede çözülemeyen sorunlar, elli şubede felakete dönüşecektir. Markalaşmadan büyüyen, CRM, ERP, muhasebe programı altyapısı yeterli olmayan işletmeler, yani franchise verme eylemini yalnızca dolgun giriş bedeli tahsil etmek, ürünü hammaddeyi franchisee’ye satmak ve franchisee’nin cirosu üzerinden komisyon almak olarak gören işletmeler, aslında yalnızca kendi sorunlarını, tutarsızlıklarını ve belirsizliklerini fotokopi makinesiyle çoğaltmış olmaktan başka bir şey yapmamış olurlar. Markalaşma yoksa; her yeni şube tabelası, işletmenin yeni bir kaos merkezi olur. Bir süre sonra o tabelaların altındaki şikayetler, mutsuzluklar ve itibar kayıpları daha da büyüyecektir.
Türkiye’den Neden Global Franchise Markaları Çıkmıyor?
Çünkü biz genelde “büyüme”yi şube sayısıyla, “başarı”yı da ciroyla ölçüyoruz. Ama unutmayalım ki “Evetler” ciroyu, ”Hayırlar” kârı büyütür ve hayırları evetlerinden daha fazla olanlar, daha hızlı markalaşırlar.
Dünya franchise devleri olan Starbucks ya da McDonald’s,yalnızca birer işletme değil, aynı zamanda birer marka makineleridir. Onlar sadece kahve ya da burger satan dükkanlar değildir. Kâr ederken aynı zamanda marka değeri, kültür, hayat tarzı, vaat, sadakat, statü ve mutluluk satarlar.
Sonuç: Marka yoksa franchise da olamaz.
Marka olmadan franchise vermek, gideceğin yeri haritada belirlemeden yolculuğa çıkmak gibidir.
Gidilecek yeri bilmeyen çok şubeli işletmeler, kendisine güvenip yola çıkan yatırımcılarını da yolun ortasında bırakırlar. Franchise, tıpkı evlilik gibi, verenle alanın sözleşme feshedilene ya da ölene kadar birlikte yol alma işidir. Taraflardan birisi evliliğe henüz hazır değilse ya da nişanlılık döneminde karşı tarafa küçük yalanlar söylemişse, o evlilik uzun süre devam etmeyecektir.
Sözün özü: Önce marka olun, sonra büyüyün.
Franchise; ancak hedefi, stratejisi ve taktikleri belirlenmiş bir markanın çoğaltılması işidir. Yoksa sadece dükkân sayısı değil, risk sayısı da artacaktır.
Unutmayın:
“Büyümek için marka olunmaz, marka olduğunuz için büyünür.”