Ara
Genel

Kaos'ta yaşayan Sistem Olmak

04 Kasım 2019 — Yazar: Mustafa BAYINDIR
“Değişen koşullar farklı eylem ve tepki biçimleri gerektirir.Esneklik ve yaratıcı eylem kapasitesi, dar verimlilikten daha önemli hale gelir.” -Gareth Morgan Sizce, yaşantınız boyunca başınızdan geçen deneyimler yani anılarınız beyninizin sadece bir bölümünde mi saklanıyor, yoksa beynin birçok yerinde mi saklanıyor? Ünlü Nöropsikoloji Uzmanı Karl LASHLEY, bundan yaklaşık 70 yıl önce hepimizin merak ettiği bu soruya fareler ve maymunlar üzerinde yaptığı deneylerle cevap aramaya başladı. Lashley ilk olarak bir labirentte peynire giden yolu bulmaları üzerine fareleri eğitti. Lashley’nin deneyin başlangıcındaki düşüncesine göre anılar, “enagram” adıyla bilinen beyin hücreleri topluluğunda depolanıyordu. Kuramın temel mantığı; beynin belirli nöron grupları arasında kurduğu bağlantıları güçlendirerek anıları sakladığıydı ve beyin anıyı geri çağırırken nöronların aynı kalıpta harekete geçirildiğiydi. Ünlü Nöropsikolog beynin parçalarını seçerek yok etmek şeklinde, belirli anıların silinebileceğini göstermek ve enagramın varlığını kanıtlamak arzusundaydı. Bu fikirden hareketle, bir labirentin içinde dolaşmayı öğrettiği farelerin beyinlerinin belli bölümlerini parça parça almaya başladı. Amacı, farelerin beyinlerinden, labirent içinde yol bulmalarını sağlayan anıların olduğu bölümleri devreden çıkartmaktı. Deneylere başladı. Sonuçlar hayret vericiydi. Labirente bıraktığı farelerin görsel korteksine zarar vermeden beyinlerinin neredeyse %90’nını almış olmasına rağmen, farelerin anılarını ortadan kaldıramadığının farkında vardı. Genellikle farelerin motor yetenekleri zayıflıyor ve labirentin koridorlarında beceriksizce topallıyorlardı ama beyinlerinin büyük bir bölümü çıkarılmış olsa bile hafızaları her zaman aynı kalıyordu. Sonuçlar, düşüncesini ispatlama konusunda Lashley için tam bir hayal kırıklığıydı ancak başka bir açıdan değerlendirildiğinde inanılmazdı. Neden derseniz? Dünya üzerinde insan yapımı hiçbir makine yoktur ki parçalarının %90’ı söküldüğünde de çalışmaya devam etsin. 1950’li yıllarda Lashley ile birlikte çalışma imkanı bulan Prof. Karl PRIBRAM için bunlar olağanüstü bulgulardı. Bu araştırmalar sonucunda elde edilen bulguları değerlendiren Pribram, beyin hücrelerinin holografik ilkelere göre çalıştığını gördü. Holografi, 1948’de Dennis Gabor’un geliştirdiği, merceksiz kameralar kullanılarak, verinin, bütüne ait parçaların hepsinin içinde depolanacak biçimde kaydedilmesiydi. Hologramın ilginç özelliklerinden biri, kırılması halinde, görüntünün bütününü yeniden oluşturabilmek için herhangi bir parçanın kullanılabilmesiydi. Pribram’ın holografik ilkelerden yola çıkarak ulaştığı netice, anıların beynin bir bölümünde değil hücrelerin tamamında saklandığıydı ve bu sayede hücrelerin herhangi biriyle yeniden kurulabiliyordu. Kısacası beyindeki her parça bütünün bilgisine sahipti. Yazının ilk bölümüne göz gezdiren dostlar bu yazıda beynin çalışma, depolama ve hatırlama sistemine dair birtakım tespitler yapacağım izlenimi edinebilir ancak durum bundan biraz farklı. Belirli kaynaklara göre yukarıdaki araştırmaların sonuçları, günümüz işletmelerinin gelişim potansiyelinin ne olması gerektiğine yönelik bazı ipuçları içeriyor. Örnek verecek olursak; işletmelerimizi holografik ilkelerin uygulanacağı esnek ve yaratıcı olma kapasitesine sahip yapılar haline getirebilir miyiz? ya da bir bütün olarak işletme sisteminin günümüz dünyasında giderek daha hızlı oluşan yeni koşullara uygun evrimleşmesini sağlayacak uygulama zekasının işletmenin her yerine dağılmasını sağlamak mümkün müdür? Kısacası işletmelerinizi yaşayan beyinler olarak düşünürsek ne olur? İçinde bulunduğumuz dönemlere damga vuran ülke yönetimleri, ekonomik ve siyasi olarak eskisine göre daha radikal ve daha ani kararlar almaktadırlar. Bu ani değişimler sonucu öngörülmeyen gelecek, küçük büyük tüm işletmelerin ani gelişmelere ayak uyduracak değişimi başlatan dinamik bir yapıya sahip olmalarını kaçınılmaz kılmaktadır. Bu sebepledir ki “Dayanıklılık” kavramı günümüzün hızla değişen dünyasında işletmeler için son derece önemlidir. Hal böyleyken, dayanıklılığı, işletmenin, sorunları aşabilme, ani aksaklıkları öngörme, bunlara hazırlanma, çözüm üretme ve uyum sağlama becerisi olarak tanımlarsak, uzun vadeli ve sürdürülebilir işletmelerin en önemli özelliği yaşayan bir sistem işleyişine sahip olmalarıdır. Yaşayan sistemlerde gelenekselci vizyon kavramından sürekli gelişen ve değişen vizyon anlayışına yönelme vardır. İşletmenin bütün prosedürleri ve yapısı işletmenin ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde dizildiğinde işletmenin DNA’sı yani hücre temel taşı ortaya çıkar. Yaşayan sistemlerde DNA iki önemli niteliğe sahiptir; 1) Yaşayan sistemlerin vücudunu oluşturan bütün unsurlarda aynı DNA yapısı vardır. Bu anlamda bilginin tamamı bütün unsurlara ulaşmaktadır. 2)  DNA esnektir ve çevredeki değişimlerle birlikte gelişmektedir.  Yaşayan sistemlerde yaratıcılığın ortaya çıkarılması açısından daha az denetim vardır. Bu sayede sistem daha az mekanik daha çok dinamik becerilere sahip olur ve bu sayede işletmeler fırsatları değerlendirmek için daha fazla zaman bulurlar. Yaşayan sistemlerde güç ve başarının anahtarı, bilgiyi saklamaktan çok paylaşmak, rakip olmaktan çok ortaklık kurmaktır, kolaylaşan bilgiye erişim ve kurulan açık iletişim sayesinde işletmedeki her fonksiyon bütünün bilgisine sahip olur. Bu sayede işletme merkezi bir anlayışla katı kurallara bağlı olarak yavaş ilerlemenin önüne geçecek ve her birimin kendi içinde hızla değişen duruma adapte olduğu bir gelişim sürecine girecektir. Peki işletmelerimizin yaşayan sistemler haline gelmesi için neler yapmak gerekir? İşletmelerin yaşayan sisteme doğru gitmesi için gereken faktörleri sıralayacak olursak; farklılığa önem verme, bağımsız davranış, güçlü çekirdek değerler, etkileşime açık sınırlar, düşüncenin yoğun olması, yatay ve esnek yapılar, belirsiz durumlara alışkanlık geliştirme, ilişkiler ağı, ait olma duygusu, bütünle bağlantılı olma, entropi ve hizmeti ön planda tutan liderlik anlayışıdır. Tüm bu faktörler göz önünde bulundurulduğunda, işletmelerin, kendi kendine harekete geçebilen ve değişimlere hızla çözüm üreterek adapte olan yaşayan sistemler haline gelebilmeleri için;
  • Çalışanların açık fikirli olması;
Pozisyon ayrımı yapılmaksızın işletmedeki her çalışanın işletmenin gelişimine yönelik fikirlerini üst yönetim tarafından değerlendirileceğini bilerek açıkça ifade etmesidir. Çalışanların açık fikirli bir yapıya sahip olmaları kendi aralarındaki ve yönetim ile olan karşılıklı güven duygusunu besleyecektir. Bu sayede işletme, kendi içerisindeki eksiklikleri ve yanlışlıkları çalışanların güçlü aksiyonları ile ortadan kaldıracaktır.
  • Üst yönetimin görevinin sınırları yönetmek olması;
İşletmelerde yöneticilerin görevi çalışanlara çeşitli direktifler vererek onları sürekli baskı altında tutmak değil, onların öz güçlerine ulaşmalarını sağlamaktır.
  • Yoğun geri bildirim;
Eğer güçlü bir geri bildirim yoksa, öğrenmede yoktur. Öğrenme olmazsa hayatta kalınamaz. Bu düşüncelerden hareketle işletmeler geri bildirim süreçlerini gözden geçirerek güçlendirmek zorundadır.
  • Yatay yapılanma;
Yukarıdan aşağıya doğru olan hiyerarşik yapılanma yerini çalışanlar ve üst yönetiminin belli platformlarda aynı düzeyde yer aldığı yatay yapılanmaya bırakmalıdır. Bu sayede çalışanlar ve üst yönetim arasındaki sınırlar yumuşamakta ve açık iletişim kurmak kolaylaşmaktadır.
  • Herkesin karar almaya hazır olması;
Çalışanların hepsi işletme içinde önemli görüldüğünden kararların alınmasında onların da yer alması gereklidir. Çalışanların davranışları, yapmış oldukları eylemler ve almış oldukları kararlar, şirket içinde bir iletişim sistemi gibi çalışmalıdır.
  • Çalışanlara karar serbestliği;
İşletme yönetimi çalışanların donanımını güçlendirmeli ve karar serbestliği vermelidir. Böylece çalışanın yaptığı işin sorumlusu olduğu hissi ve gerçeği oluşturulmalıdır. Alınan kararlar sonrası hedeflere ulaşılıp ulaşılmadığına dair kontroller çalışanlarla birlikte yapılarak gelişim sağlanmalıdır.
  • Özel becerilere yoğunlaşma;
İşletmeler çalışanlarının özel becerilerine yoğunlaşarak potansiyellerini ortaya çıkarmalarına destek olmalı ve bu sayede işletmeye daha çok fayda üretmeleri sağlanmalıdır. İşletmenin güçlü olması çalışanların özel becerilerini ortaya çıkarmasına bağlıdır.
  • Birlikte paylaşma hafızası olması;
İşletme içinde her türlü eylem ve kararlarda birlikte paylaşma hafızası olursa, her çalışan diğerlerini düşünerek hareket ettiğinden daha hızlı ve daha güçlü bir kültür oluşacaktır. Yararlanılan Kaynaklar: Prof. Dr. Melek Vergiliel Düz “Değişim ve Kaos Ortamında İşletme Davranışı” Alfa Akademi, 2004 Gareth Morgan “Yönetim ve Örgüt Teorilerinde Metafor”, Mess, 1998

İlginizi Çekebilir