Ara
Genel

İstanbul Sözleşmesi Neden Yaşatır?

09 Ağustos 2020 — Yazar: Barış Kaşka
Felsefenin, bilimin, teknolojinin, icatların ve  medeniyetlerin, temelinde soru sormak vardır. İnsanoğlu da gözünü dünyaya açtığı andan itibaren soru sormaya başlamıştır. Edebi anlamda değil ancak bilimsel anlamda soru sorma sanatı Sokratik bir yöntemdir. Sokrates sorduğu sorularla sadece bilineni tekrar anımsatmış ve hakikati tekrar buldurmuştur. Bu makalede sorular sorarak İstanbul Sözleşmesi neden yaşatır ana sorusu altında diğer alt sorularla toplamda 10( on ) soru ile   İstanbul Sözleşmesi hakkında yaşanılan tartışmaların ışığında sözleşmeyi inceleyerek gerçeğe ulaşmaya gayret edeceğiz. 1-11 Mayıs 2014 Yılından Beri Yürürlükte Olan  Avrupa Konseyi Sözleşmelerinden Biri Olan Milletlerarası İstanbul Sözleşmesi Neden Kamuoyunu Önünde Bir Süredir Tartışılmaktadır ?  Sözleşme metninin giriş bölümünde sözleşmenin gerçek amacı çok net olarak tasvir edilmiştir. Buna göre sözleşmenin  nihai amacı Avrupa coğrafyasını  kadınlara yönelik şiddet ve aile içi şiddetten arındırmaktır. Amaç çok net ve somut olunca bu  amaç doğrultusunda etkin bir denetim mekanizması kurulma zorunluluğu doğmuştur. Sözleşmenin  yürürlüğe girmesini müteakip denetim mekanizmaları 2017 tarihinden itibaren işlemeye başladığı ve 2018 yılında da 130 sayfadan ibaret  GREVIO Türkiye raporu yayımlanınca ‘’şiddet’’ görünür olmuştur. Şiddet yapısı  itibarıyla komplekstir; şiddet içeren her tutum ve davranış çeşitlilik arz etmektedir. Şiddet;  fiili saldırı yanında her tür sosyal, kültürel, ekonomik ve psikolojik baskı ve ötekileştirmeyi de içermektedir.  Dolayısıyla ekonomik ve sosyal durumları, cinsel farklılıkları, ırk, etnik kimlik, din ve dil farklılıkları gibi nedenlerle farklı görülenlere yönelik her tür dışlayıcı, ayrımcı ve ötekileştirici yaklaşım,  mobbing içeren tutum ve davranışlar da esas itibarıyla şiddettir. Böylece şiddet olgusu gerek resmi anketlerle gerekse sivil ve  bağımsız  STK’larca kayıt altına alınmaya başlayıp GREVIO’ya sunulmaya başlanınca  buzdağının sadece üstü değil altı da görünmeye başlanmıştır. Raporlamanın  sivil ve bağımsız yanını sadece kadın ve çocuk hakları üzerine çalışan STK’lar değil LGBT+ topluluk ve örgütleri de katılınca  ve raporları  GREVIO raporuna girince muhafazakar kesimde hassasiyet artmış  ve sesler yükselmeye başlamıştır. Halbuki ne İstanbul Sözleşmesi ne de başkaca milletlerarası bir metin eşcinselliği teşvik etmemektedir. Milletlerarası metinler insanların kendi tercihleri üzerinde bir tahakküm kurma yoluna gitmezler aksine milletlerarası metinler adaleti sağlama, hukuk üstünlüğünü koruma, ekonomik, sosyal, kültürel, bilimsel, hukuki ve idari alanlarda ortak davranışları kabul etme ve insan haklarını korumayı ve geliştirmeyi teşvik ederler. 2- İstanbul Sözleşmesi’ni Diğer Benzer Milletlerarası Metinlerden Ayıran Temel Fark Nedir ? Bu sorunun kuşkusuz cevabı sözleşmenin getirdiği denetim mekanizmasıdır. Denetim mekanizmasının yanında İstanbul Sözleşmesi medeni dünyanın bugüne kadar beraberinde getirdiği bilgi birikimini de en etkin şekilde yansıtmaktadır zira İstanbul Sözleşmesi, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin Avrupa Konseyi üye ülkelerine gönderdiği kadınların şiddete karşı korunmasına ilişkin, toplumsal cinsiyet standartları ve mekanizmalarına ilişkin ve kadın ve erkeklerin çatışmayı önleme ve sona erdirme ve barışı oluşturmadaki rollerine ilişkin tavsiye kararları ve ilgili diğer tavsiye kararları ile kadına karşı şiddet konusunda önemli standartlar oluşturan AİHM’nin giderek genişleyen içtihat hukukunu ve Medeni ve Siyasi Haklara ilişkin Uluslararası Sözleşme ve Kadına Karşı Her Türlü Şiddetin Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Birleşmiş Milletler Sözleşmesi ( CEDAW ) gibi uluslararası sözleşmeleri dikkate alarak hazırlanmıştır. Yani İstanbul Sözleşmesi, kadına ve ev  içi şiddete karşısında sahip olunan uluslararası bilgi birikimini ve deneyimi bağlayıcı ve etkin bir denetim mekanizması ile taçlandıran bir uluslararası  bir metin ve Konsey dışında bulunan diğer ülkelere de örnek olabilecek bir modeldir. 3- İstanbul Sözleşmesi’nin Denetim Mekanizması GREVIO nasıl işlemektedir ? a-İstanbul Sözleşmesi, iki sütun üzerine kurulu bir izleme mekanizmasına göre inşa edilmiştir. Denetim mekanizması ile amaç ; sözleşmenin taraflarca uygulanmasını değerlendirmek ve iyileştirmektir. Mekanizma birbirinden farklı ancak birbiriyle etkileşim halindeki iki sütundan  oluşur:
  • Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddete Karşı Eylem Uzmanlar Grubu (GREVIO), başlangıçta 10 üyeden oluşan ve şimdi 25. onayın ardından 15 üyeye genişletilen bağımsız bir uzman organdır.
  • Taraflar Komitesi, İstanbul Sözleşmesi Taraflarının temsilcilerinden oluşan bir siyasi organdır.
GREVIO'nun görevi, sözleşmenin taraflarca uygulanmasını izlemektir. GREVIO, uygun olduğu durumlarda, sözleşmenin temaları ve kavramları hakkında genel tavsiyeleri de kabul edebilir. Taraflar Komitesi, GREVIO raporlarını ve sonuçlarını takip eder ve ilgili taraflara tavsiyelerde bulunur. GREVIO üyelerinin seçiminden de sorumludur. b-İzleme prosedürleri İstanbul Sözleşmesi iki tür izleme prosedürü sağlar: ülke bazında bir değerlendirme prosedürü ve özel bir soruşturma prosedürü. Ülkeden ülkeye değerlendirme prosedürü bir ilk değerlendirmeyle başlar ve bunu değerlendirme turları izler. Bu bağlamda GREVIO, tarafların anketlerine veya diğer bilgi taleplerine yanıt olarak sunduğu bilgileri, ilgili Avrupa Konseyi kurumlarından, diğer uluslararası araçlar kapsamında kurulmuş kurumlardan (örneğin Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Ayrımcılığın Önlenmesi), sivil toplum kuruluşları ve ulusal insan hakları kurumlarından sağlar. Elde edilen bilgiler yetersizse, GREVIO ülke ziyaretleri düzenleyebilir. Yetkili makamlarla bir süre değiş tokuş ve istişarelerin ardından GREVIO, nihai raporlarını ve sonuçlarını kabul eder ve ilgili Taraflara gönderir. GREVIO'nun raporları ve sonuçları, ilgili Tarafların yorumlarıyla birlikte, kabul edildikleri andan itibaren kamuya açıklanır. GREVIO'nun raporları, kabul edildikten sonra, GREVIO'nun sonuçlarını uygulamak için alınacak önlemlerle ilgili özel tavsiyeleri kabul eden Taraflar Komitesine iletilir. Sözleşme kapsamındaki herhangi bir şiddet eyleminin ciddi, kitlesel veya kalıcı bir modelini önlemek için harekete geçilmesi gerektiğini gösteren güvenilir bilgiler olduğunda GREVIO tarafından özel bir soruşturma prosedürü başlatılabilir. Böyle bir durumda GREVIO, ilgili Taraftan özel bir raporun acil olarak sunulmasını talep edebilir. GREVIO, elindeki ilgili bilgileri dikkate alarak bir veya daha fazla üyesini bir soruşturma yürütmek ve rapor vermek üzere görevlendirebilir. Gerekirse ve Tarafın rızası ile, soruşturma bir ülke ziyaretini içerebilir. GREVIO tarafından incelendikten sonra, soruşturmanın bulguları ilgili Tarafa ve uygun olduğu hallerde, Taraflar Komitesine ve Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesine, her türlü yorum ve tavsiyeyle birlikte iletilir. c-Sözleşmenin izlenmesine parlamentonun katılımı İstanbul Sözleşmesi'nin önemli bir yeniliği, Tarafların parlamentolarını izleme sürecine katılmaya davet etme ve GREVIO raporlarını kendilerine sunma yükümlülüğüdür. Benzer şekilde ve ilk kez, İstanbul Sözleşmesi, düzenli aralıklarla Sözleşmenin uygulanmasını değerlendirmeye davet edilen Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi için önemli bir rol öngörmektedir. Görüldüğü gibi İstanbul Sözleşmesi birbiri ile etkilişim halinde ve birbirinden güç alan ikili bir denetim mekanizması inşa etmiştir. 4- İstanbul Sözleşmesi Doğrultusunda GREVIO’ya Sunulan Anket Raporu nedir? Neden Önemlidir ? GREVIO, ilk toplantısının  21-23 Eylül 2015 tarihinde Strazburg’da gerçekleştirdikten sonra Uzmanlar Gurubunun başına ODTU Kadın Çalışmaları Anabilim Dalı ve Yüksek Lisans Programının Kurucu Başkanı Prof. Dr. Feride Acar’ı getirmiştir. Acar, 2015-2019 yılları arasında GREVIO başkanlığını yürüttü ardından Türkiye GREVIO adaylığı için  Prof. Dr. Feride Acar yerine, AKP eski milletvekili, Tenzile Erdoğan Kız Anadolu İmam Hatip Lisesi Müdürü Prof. Dr. Aşkın Asan’ı tek aday olarak gösterdi ve Asan 2019 yılından beri GREVIO üyeliğini yürütmektedir. İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanması ve takibi Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü tarafından yürütülmektedir. GREVIO, denetim mekanizması olarak sözleşmenin uygulanmasının denetlenmesi için üye ülkelere gönderdiği ana başlıklardan  oluşan anket formunun üye devletlerce verdiği süre içinde cevaplanmasını talep etmektedir. Anket; bütünleşik politika, veri toplama, önleme, koruma ve destekleme, maddi hukuk, soruşturma, kovuşturma, usul hukuku, koruma tedbirleri ile göç ve iltica başlıklarından oluşmaktadır. Türkiye, gecikmeli olarak anket formunu Ekim 2017 tarihinde GREVIO’ya sunmuş ve ardından GREVIO, 2017 Kasım ayında Türkiye’ye saha ziyaretine gelmiştir. Türkiye, Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü anket formunu kendi belirlediği 40 sivil toplum kuruluşu ile 57 üniversitenin kadın sorunları araştırma ve uygulama merkezine göndermiştir ne var ki GREVIO üye ülke tarafından  resmi kanaldan kendine ulaşan raporları tek başına dikkate almamakta aynı zamanda ülke ziyaretleri yaparak o ülkede sözleşmenin konusu doğrultusunda faaliyet gösteren tüm sivil ve bağımsız STK’larla da görüşmektedir. Bu doğrultuda GREVIO, başta İstanbul Sözleşmesi Türkiye İzleme Platformu üyesi kadın ve LGBT+ örgütleri ile görüşmüş ve onların raporlarını da değerlendirmek üzere onlardan almıştır. GREVIO, Türkiye raporunu 15 Ekim 2018 tarihinde açıklamıştır. Rapor, Türkiye’nin  sözleşmeyi ne derece  etkin bir biçimde uyguladığını ve imza tarihinden rapor tarihine kadar gelinen nokta açısından kat edilen aşamayı göstermesi açısından bağımsız ve nesnel karekteri açısından çok önemlidir. 5- GREVIO Neden  LGBT+ Örgütlerinin de Düşünce ve Raporlarını Gölge Rapor olarak Kendi Raporuna Esas Almaktadır ? GREVIO,  Niçin Üye Ülkelerin Resmi Raporlarının yanında Diğer Sivil Toplum Örgütlerinin De Raporlarını Dikkate Almaktadır ? Esasında bu sorunun cevabını Avrupa Konseyi’nin ruhunda aramak doğru olacaktır. Öyle ya İstanbul Sözleşmesi bir Avrupa Konseyi Sözleşmesidir. Peki Avrupa Konseyi neden Türkiye için önemlidir. ?  Çünkü  on Avrupa ülkesi, ikinci dünya savaşının ardından Avrupa’nın tekrar birleştirilmesi amacı ile 3 Ağustos 1949 yılında  The Council of Europe –Avrupa Konseyi’ni kurmuşlardır. Konsey, hem Yunanistan’ı hem de Türkiye’yi 1950 yılında çatısı altına almıştır. Avusturya dahi Konsey’e 1956 yılında üye olarak kabul edildiği düşünüldüğünde Türkiye neredeyse Konsey’in kurucu üyelerinden sayılabilinir. Avrupa Konseyi üyeleri, Batı Demokrasinin temel ilkelerine, kişisel ve siyasal özgürlükler ile hukukun üstünlüğüne bağlı ülkelerdir. Konsey’in amacı; üyeleri arasında, ortak varlıkları olan ülkü, ve ilkeleri korumak, siyasi ve ekonomik ilerlemelerini sağlamak amacıyla bir birlik oluşturmak,  bu amaçla ortak sorunlarını incelemek, ekonomik, sosyal, kültürel, bilimsel, hukuki ve idari alanlarda ortak davranış kabul etmek, insan haklarını korumak ve geliştirmektir. Görüldüğü gibi üye her ülke hukukun üstünlüğü ve yetkileri altında bulunan kişilerin insan haklarından ve ana özgürlüklerinden yararlanması ilkesini kabul eder. Nasıl Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa Konseyi üye ülkeleri arasında imzalanmış ve denetim mekanizması olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi belirlenmişse, İstanbul Sözleşmesi ile  de aynı şekilde Avrupa Konseyi üye ülkelerince imza altına alınmakta ve denetim mekanizması olarak da GREVIO belirlenmiştir. Bu bağlamda elbette GREVIO gibi bir denetim mekanizmasının Avrupa Konseyi’nin bir organı olarak sadece resmi örgütlerden gelen rapor ve bilgilerle bağlı olması düşünülemez. Gerek çoğulculuk ilkesi gereği gerek İstanbul sözleşmesi’ nin maddi unsurları ve ruhu gereği raporlarında LGBT+ örgütlerinden de gelen raporları dikkate alması son derece doğaldır. Kaldı ki sözleşme ‘’ ev içi ‘’ şiddeti önlemeyi düzenlemektedir. Ne var ki bu noktada muhtemelen bilerek Türkiye sözleşmenin isminde bir değişikliğe giderek şiddet mağdurlarını sınırlamaya  çalışmıştır. Bu yönde bir çekincesi olmayan Türkiye’nin sözleşmenin isminde keyfi değişikliğe gitmesi elbette kabul edilecek bir durum değildir. Şöyle ki ; Sözleşme’nin orijinal ismi “Europe Convention on Preventing and Combating Violence Against Women and Domestic Violence” (Kadına Yönelik Şiddetin ve Ev İçi Şiddetinin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Sözleşme) olmasına karşın, TBMM’den “Kadına Yönelik Şiddetin ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Sözleşme” şeklinde onaylanarak geçirilmiştir. Aile içi olarak tercüme edildiğinde, sadece resmi olarak aile kavramı içinde kalan bireylerin bu Sözleşme kapsamında değerlendirilmesi söz konusu olabileceği açıktır. Ancak bu değişikliğe rağmen sözleşmenin mağdurları daraltılamaz zira yine sözleşmenin tanım bölümünde partner ifadesiyle gerek mağdur gerekse fail olarak LGBT+ kişilerinde bu sözleşmenin hükümlerinden yararlanacağı açıktır. Bu nedenlerle GREVIO’nun resmi makamlardan gelen bilgi ve belgelerle birlikte sivil, bağımsız LGBT+ dahil toplumun her kesimden gelen bilgi ve belgeyi de değerlendirmesi son derece normaldir. 6- İstanbul Sözleşmesi’ne Taraf Olunmasaydı 6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi Kanunu Ulusal Mevzuatta Yürürlüğe Girer miydi ? İstanbul Sözleşmesi, 11 Mayıs 2011’de İstanbul’da imzaya açılarak ilk olarak Türkiye tarafından imzalanmış ve 1 Ağustos 2014 tarihinde yürürlüğe girmiştir. İstanbul Sözleşmesi’nin gerek maddi unsurlarını gerek ise ruhunu iç hukukta en iyi yansıtan kanun 08.03. 2012 tarihinde yürürlüğe giren 6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi Kanunudur. Bu kanun elbette her kanun gibi mükemmel bir kanun değildir ancak mülki idare amirine ilgilinin, kolluğun başvurusu, 3. kişinin ihbarı ile veya re’sen, delil veya belge aramaksızın, koruyucu tedbir kararı verebilme hakkı getirmiş olması ve  mülki idare amirliğince  korunan kişiye barınma yeri sağlama,  gerekli durumlarda maddi yardım yapabilme, psikolojik, hukuki, mesleki ve sosyal rehberlik ve danışmanlık alma imkanlarını sunabilmesi ve  hayati tehlikenin varlığı halinde mağdurun  koruma altına alınmasına karar verebilmesinin yasa ile iç hukuk mevzuatına dahil edilmiş olması gerçekten de kadına karşı şiddet ve ev iç şiddeti önlemede büyük bir ilerlemedir. Bu nedenle İstanbul Sözleşmesi’ne Türkiye taraf olmasa idi böylesine kapsamlı bir yasanın TBMM’ce kabul edileceğine inanmak gerçekçi olmayacaktır. 7- İstanbul Sözleşmesi Şiddeti Önlemek Amacıyla Taraf Devletlere Ne Tür Yükümlülükler Yükler ?   Öncelikle sözleşmenin  kapsamı kadınlara yönelik şiddet, aile/ev  içi şiddet ve toplumsal cinsiyete dayalı şiddet şeklinde üç unsurdan oluştuğundan kapsamı geniş olarak yorumlamak gerekir ve böylece sözleşme kapsamı ; kadınlar, kız çocukları, erkekler, erkek çocukları, genç, yaşlı, evli, bekâr kimseler, bakıma muhtaç yaşlılar, engelli kadınlar, azınlık gruplarına mensup olan kadınlar, evsiz kadınlar, kız çocukları, yaşlı kadınlar, LGBT+ kişiler, madde bağımlısı kadınlar, HIV virüsü taşıyan kadınlar özel durumdaki savunmasız bireyler üzerinde hüküm doğuracaktır. Sonuç olarak sözleşme, toplumsal cinsiyet, ırk, dil, din, renk, siyasi veya başka görüşe sahip olma, cinsel kimlik, yaş, sağlık durumu, medeni hal, göçmenlik ya da mülteci durumu gibi sebepler neden gösterilerek ayrımcılık olmaksızın herkes üzerinde en geniş hali ile uygulanacaktır. Sözleşme taraf devletlere genel ve özel yükümlülükler yükler. a-Genel Yükümlülükler : İstanbul Sözleşmesi’nin ilgili maddeleri doğrudan çok net olarak bu genel yükümlülükleri belirlemiştir. Buna göre ;  İstanbul Sözleşmesi’nin 5. maddesi “Devlet yükümlülükleri ve gereken özeni gösterme sorumluluğu” başlığını taşımaktadır. Taraf devletlerin öncelikli yükümlülüğü kadınlara yönelik şiddet eylemlerinden kaçınmaktır. Devlet adına faaliyette bulunan kurum, kuruluşlar ve diğer aktörlerin bu yükümlülüğe uygun davranması gereklidir. Taraf devletler, şiddet eylemlerinin önlenmesini, soruşturulmasını, cezalandırılmasını ve tazmin edilmesini sağlayan hukuki ve cezai düzenlemeleri yapmakla mükelleftir. Taraflar sözleşme hükümlerinin uygulanması amacıyla toplumsal cinsiyet bakış açısını göz önünde bulundurmayı, kadın erkek eşitliğinin önemini ortaya koyan ve kadınların güçlendirilmesini hedefleyen politikalar oluşturmayı ve etkin biçimde uygulamayı taahhüt ederler (m. 6). Taraf devletler, gerek kamu kurumlarının gerekse STK’ların ve sivil toplumun şiddetle mücadele politikalarını, tedbir ve programlarını hayata geçirmek amacıyla mali kaynak tahsis ederler (m.8). Devletler şiddetle mücadele için politika oluşturulmak, politikaları değerlendirmek, koordine etmek ve izlemek için bir veya birden fazla resmi birim kurmak veya görevlendirmekle yükümlüdür. (m.10). Taraflar, şiddet olayları hakkında istatistiki veriler toplamak, mahkûmiyet oranları, şiddetin temel nedenleri, alınan önlemlerin etkinliği konularındaki verileri analiz etmek ve değerlendirmekle mükelleftir. (m. 11). b- Özel Yükümlülükler : Özel yükümlülükleri sözleşme doğrultusunda başlıklar altında toplamak mümkündür. Önleme yükümlülüğüne göre  ; Kadın- erkek eşitsizliğini olağanlaştıran örf ve adetlerin, geleneklerin ve her türlü uygulamanın ortadan kaldırılması için sosyal ve kültürel değişimi sağlamak, -Kültür, örf, adet, gelenek, din veya namus vb. gerekçelerle şiddet eylemlerini haklı göstermeye yönelik girişimleri önlemek için gerekli tedbirleri almak, şiddet eylemlerini önlemeye yönelik yasal düzenlemeleri yapmak ve gerekli tedbirleri almak, -Özel durumları nedeniyle savunmasız hale gelmiş bireylerin ihtiyaçlarına cevap verecek nitelikte tedbirler almak, -Başta erkekler olmak üzere tüm toplumun şiddet türlerini önlemede aktif rol oynamasını sağlamak için gerekli tedbirleri almak, -Kadınların toplum içerisinde güçlenmesini sağlayacak tedbirleri almak gibi. Taraf devletlerin özel yükümlülüklerinden bir diğeri “koruma ve destek” yükümlülüğüdür. Sözleşmenin 18. maddesine göre taraf devletlerin yükümlülükleri; -Bütün mağdurları şiddet eylemlerinin tekrarından korumak amacıyla hukuki ve diğer önlemleri almak, -Yasal ve psikolojik danışmanlık, mali yardım, konut, eğitim, öğretim ve iş bulma desteği gibi genel destek hizmetlerini sağlamak ve bu hizmetlerin yerine getirilebilmesi için gerekli kaynağı temin etmek, mağdurların başvurabilecekleri şikâyet mercilerini oluşturmak, bu mercilere erişebilme imkânlarını sağlamak, mağdurlara uzman desteği sağlamak, -Sözleşme kapsamındaki şiddet eylemlerini mağdur ve tanıklarını korumak ve desteklemek amacıyla ilgili kurum ve kuruluşlarla etkin işbirliğini sağlayacak mekanizmalar geliştirmek, -Hizmetlerin sunumu için mağdurun şikâyetini veya fail aleyhinde tanıklık yapmasını şart koşmamak, uluslararası hukuk kapsamındaki yükümlülüklere uygun olarak konsolosluk hizmetinin yanı sıra koruma ve destek hizmetlerini, hem vatandaşlarına hem de yabancılara sunmak gibi. Maddi hukuka ait  yükümlülükler ; -Önleyici ve koruyucu tedbirlerini alma görevini yerine getirmeyen devlet makamları hakkında yasal işlem yapılabilmesi, -Mağdurların faillerden tazminat talep edilebilmesi ve bu tazminatın makul süre içerisinde ödenmesi, -Velayet ve ziyaret hakkının mağdur ile çocuğun haklarını ve güvenliğini tehlikeye düşürmeyecek şekilde kullanılması, -Zorla gerçekleştirilen evliliklerin mağdura aşırı mali veya idari yük olmaksızın feshini, iptalini ve sonlandırılmasını sağlamak için gerekli hukuki tedbirlerin alınması. -Psikolojik şiddet, ısrarlı takip, fiziksel şiddet, cinsel şiddet, tecavüz, zorla evlendirme, kadın sünneti, zorla kürtaj ve zorla kısırlaştırma, sözlü, sözsüz veya fiziksel cinsel taciz, suçlara yardım, yataklık ve girişim eylemlerinin cezai suçlar olarak değerlendirilmesini sağlamak üzere hukuki düzenlemeler yapılması taraf devletlerin yükümlülüklerindendir. Soruşturma ve Kovuşturma Yükümlülüğü;  Sözleşme  çeşitli şiddet biçimlerinin cezai soruşturma, kovuşturma ve mahkûmiyetlerini güvence altına alacak bir dizi tedbir oluşturmuştur. Buna göre  ; Taraflar  işlevsel tedbirlerin alınması, kanıt toplanması dahil kolluk kuvvetlerinin şiddetin önlenmesinde ve yerinde müdahale etmelerini sağlamak üzere gerekli hukuki ve diğer tedbirleri almakla yükümlüdür. Taraflar risk değerlendirmesi ve risk yönetimine ilişkin tedbirleri almalıdırlar. Devletlerin yetkili tüm kesimleri tarafından ölüm riskinin, durumun ciddiyetinin ve şiddetin tekrarlanması riskinin değerlendirmesinin yapılmasını sağlayacak hukuki ve idari tedbirler almalıdır. Sözleşmede acil engelleme emirlerine ilişkin düzenlemeye yer verilmiştir. Buna göre ani tehlike durumlarında failin mağdurun bulunduğu bölgeye erişiminin engellenmesi taraf devletlerin yükümlülükleri arasındadır. Yine sözleşmede şiddet mağdurları için kısıtlama ve koruma emirlerinin mevcudiyetini sağlayacak gerekli hukuki ve diğer düzenlemelerin yapılması gerektiği hususuna yer verilmiştir. Taraflar kendi topraklarında işlenen Sözleşme kapsamındaki şiddet eylemlerinde, suçun mağdur tarafından bildirilmesine bağlı olmaksızın ve mağdur şikâyetini geri alsa da işlemlerin devam etmesini sağlamakla yükümlüdürler. Bu yükümlülüklerin dışında taraf devletleri şiddetle mücadele için kendi aralarında işbirliği içinde bulunmakla yükümlülük altındadır. İstanbul Sözleşmesi’nin 48. maddesi uyarınca sözleşme kapsamına giren her türlü şiddet eylemleri için arabuluculuk, uzlaşma, zorunlu uyuşmazlık çözüm süreci gibi mekanizmaları yasaklamak amacıyla taraf devletler gerekli yasal düzenlemeleri ve önlemleri almak zorundadırlar. 8- Şiddeti Önleme ve İzleme Merkezleri   (ŞÖNİM) İstanbul Sözleşmesi Sayesinde Mi Açılmıştır ? Şiddeti Önleme ve İzleme Merkezleri’nin dayanağını 6284 sayılı Kanunun 14. ve 15. maddeleri ile Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin 9. ve 22. maddeleri oluşturduğuna göre başta 6284 Sayılı yasa da İstanbul Sözleşmesine taraf olunduktan sonra çıkarıldığına göre bu sorunun cevabı evettir. ŞÖNİM, kadın personelin ağırlıklı olarak istihdam edildiği; şiddetin önlenmesi ile korumaya yönelik uygulamalara destek ve izleme hizmetlerinin sağlandığı, çalışmalarını yedi gün yirmi dört saat olarak yürüten; kadının toplumun her alanında güçlendirilmesine odaklı olarak kurulan merkez olarak tanımlanmaktadır. Ekim 2018 itibariyle 71 ilde ŞÖNİM’ler faaliyete geçmiştir. 294 ŞÖNİM’ler kadına karşı şiddeti önlemek, mağdur kadın ve çocukların ihtiyaçlarını gidermek, şiddet uygulayan ya da uygulama ihtimali olan kişilere yönelik hizmetleri hızlı ve etkili bir şekilde sağlamak amacıyla 6284 sayılı Kanun uyarınca Kadının Statüsü Genel Müdürlüğünce kurulan merkezlerdir. Korunan kişinin barınma, sağlık, istihdam, hukuki, maddi konulardaki ihtiyaçlarının giderilmesini sağlar ve STK’lar ile şiddeti önleme ve farkındalık yaratmaya ilişkin ortak çalışmalarda bulunur. Şiddet uygulayan ya da uygulama ihtimali olan kişilere mahkeme kararlarının uygulanmasını sağlar; eğitim ve rehabilitasyona yönlendirir; sağlık kuruluşlarına muayene ve tedavi için gönderir; meslek edindirme kurslarına yönlendirir. 9- Polonya İstanbul Sözleşmesi’nden Çekildi Mi ? Polonya’da İstanbul Sözleşmesi’ne karşı çıkan Ordo Iuris isimli Hristiyan köktenci bir oluşum oldukça etkin olup  ev içi şiddete ev içi çatışma diyerek yasallaştırma peşindedir. Oluşum  ; kürtaja karşıdır , doğum kontrolüne karşıdır, cinsel eğitime karşıdır, boşanmaya karşıdır ve  LGBT + oluşumları da  kriminalize etmektedir.  Diğer yandan Katolik Kilisesi'ne yakınlığıyla bilinen iktidardaki muhafazakar Hukuk ve Adalet Partisi Çalışma ve Aile Bakanlığı’da her ne kadar kadına karşı şiddete dönük düzenlemeleri kabul etmekte olduklarını kamuoyuna  söylese  de sözleşmede biyolojik cinsiyete karşı sosyo-kültürel cinsiyetin dayatıldığını öne sürmekte ve  kendi gençlerini cinsiyet açısından  insanların istedikleri gibi seçebilecekleri bir şey olduğu yolunda  eğitmeyeceklerini belirtmektedir.  Macaristan ve Bulgaristan’ında olduğu altı AB üye ülkesi henüz sözleşmeyi onaylamadı. Diğer yandan henüz Polonya sözleşmeden çekilmese de  Polonya Başbakanı Mateusz Morawiecki, İstanbul Sözleşmesi'ni Polonya anayasasına uygun olup olmadığının incelenmesi için kısa bir süre önce  Anayasa Mahkemesi'ne (AYM) gönderdi. 10- Türkiye İstanbul Sözleşmesi’nde Çekilir Yahut Maddelerinin Bir Kısmına Çekince Koyabilir  Mi ?  Teknik olarak bu elbette mümkün. Ancak gerek sözleşmenin isminin dahi İstanbul olması, sözleşmenin imzaya İstanbul’da açılması ve ilk kez Türkiye tarafından imzalanması gerek ise sözleşmenin ardından gerçekleştirdiği şiddeti önleyici yasalardan ve tedbir sağlayıcı kurumlardan sonra sözleşmeden çekilmesi bir Avrupa Konseyi üyesi olan Türkiye açısından  gerçekci bir durum olarak gözükmüyor. Ancak gerek Polonya’da yaşanan benzer tartışmalardan sonra gerekse halen altı AB üye ülkesinin sözleşmeyi geçen dokuz yılda imzalamamış olması da ciddi bir kaygı nedeni oluşturduğu da bir gerçek. Sözleşmenin gerek şiddetin önlemesinde gerek ise şiddet mağdurlarının korunmasında ve desteklenmesinde ne büyük kazanımlar getirdiği ortada. Esasında sözleşme başta ev içi şiddet olmak üzere her ortamda eşitsizlik üzerinden  güçlünün zayıfı ezdiği, sindirdiği, uyguladığı şiddet olgusunu kapalı kapılar ardından gün ışığına çıkartarak tedavi etmeyi amaçlıyor ve bunu yaparken de bir daha tekrarlanmamasını hedefliyor. Dolayısı ile insanlık onurunu taşıyan yalnızca insan oluşlarından dolayı eşit, özgür ve onurlu yaşama hakkına herkesin sahip olduğuna inanların bu sözleşmeye  her platforma sahip çıkması gerektiği inancındayım. Saygılarımla, 09.08.2020 İzmir- Av. Barış Kaşka

İlginizi Çekebilir