İstanbul Sözleşmesinin Önemi ve Sözleşmenin İptaline İlişkin Yapılan Başvurularla İlgili Hukuki Değerlendirmeler
İstanbul Sözleşmesi anayasamızın 90. maddesi gereğince normlar hiyerarşisi bakımından yasaların üstündedir
Ülkemiz 20.03.2021 sabahına Cumhurbaşkanlığı makamının kamuoyunda ismi “İstanbul Sözleşmesi” olarak bilinen “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’ni” bir kararla iptal ettiğini Resmi Gazete’den öğrendi (R.G 20.03.2021 / 3718 SY.). Bu karar toplumun büyük çoğunluğunda tepki doğurdu ve bu kararın öncelikle anayasaya aykırılık teşkil ettiği ve bu nedenle de yok hükmünde olduğu konusunda deneyimli hukukçular ve baro başkanlıkları itirazlarını kamuoyu ile paylaştılar.
Öncelikle ne İstanbul Sözleşmesi ne herhangi bir milletlerarası bir sözleşme eşcinselliği teşvik etmez.
Milletlerarası sözleşmeler insanların kendi tercihleri üzerinde bir tahakküm kurma yoluna gitmezler. Milletlerarası sözleşmeler adaleti sağlama, hukuk üstünlüğü koruma, ekonomik, sosyal, kültürel, bilimsel, hukuki ve idari alanlarda ortak davranışları kabul etme, insan haklarını korumayı ve geliştirmeyi teşvik ederler. Zaten İstanbul Sözleşmesinin giriş bölümünde sözleşmenin gerçek amacı çok net olarak tasvir edilmiştir. Buna göre sözleşmenin nihai amacı Avrupa coğrafyasında kadınlara yönelik şiddeti ve ev içi (hane) şiddeti arındırmaktır. Bu noktada sözleşmenin bir Avrupa Konseyi Sözleşmesi olduğunu yani Avrupa Konseyi’nin II. Dünya Savaşı’nın bitiminde bir daha Avrupa’nın II. Dünya Savaşı gibi ağır bir trajedi ile karşılaşmaması için demokratik toplumu güçlendirmek, hukukun üstünlüğünü daim kılmak ve ırkçılık, hoşgörüsüzlük yabancı düşmanlığı, sosyal dışlanma ve çevre gibi önemli konularda çözüm aramak amacıyla kurulduğunu ve Türkiye’nin de konseye Avusturya’dan önce tam üye olduğunu hatırlatmak isterim. Dolayısıyla Cumhurbaşkanlığı makamının vermiş olduğu iptal kararı böylesi ulvi amaçlarla bir araya gelmiş bulunan devletler topluluğuna ait bir metni iptal etmiştir. Metnin bana göre özellikle iki önemli noktası vardır. Birinci noktası, sözleşmenin kadını ve ev içini şiddete karşı korumak, şiddete karşı gerekli önlemleri almak, var olan şiddetin ortadan kaldırmak, şiddete karşı etkili soruşturmalar yürütmek ve tüm bunların da yine etkin bir şekilde yapılabilmesi için parlamentolar tarafından yasal tedbirlerin tasarlanıp bunların yürürlüğe sağlanması için hükümetler üzerinde denetim mekanizmalarını kurmaktır. İşte bu nedenle İstanbul Sözleşmesi denetim amacıyla uzmanlar grubu (GREVIO) ve sözleşmenin tarafı olan temsilcilerinden oluşan bir taraflar komitesi kurmuştur. Zaten 2017 yılında GREVIO’nun Türkiye’ye saha ziyaretine giderek İstanbul sözleşmesi ile ilgili Türkiye izleme platformu üyesi kadın ve LGBT+ örgütleriyle görüşmüş ve ayrıca Türkiye hükümetinin kendine bildirdiği üniversite temsilcileri ile hükümetle çalışan STK’ları da ziyaret etmiştir. Böylece rapor 15.10.2018 tarihinde açıklandığında Türkiye’nin sözleşmeyi ne derece etkin bir şekilde uyguladığını nesnel bir biçimde ortaya koymuştur. Zaten İstanbul Sözleşmesi üzerindeki tartışmaların 2018 yılından sonra yoğunlaşma sebebi de budur. Yani artık şiddet görünür olmuş ve hane içindeki mağdurların da sayısının çokluğu raporlara yansımıştır. Sözleşmenin diğer en önemli hususu da işte bu ev içi kavramıdır. Çünkü sözleşme mağdur olarak sadece kadını değil, hane içinde yaşayanları da mağdur olarak ele almaktadır. Sözleşmenin orijinal ismi “Europe Convention on Preventing and Combating Violence Against Women and Domestic Violence” (Kadına Yönelik Şiddetin ve Ev İçi Şiddetinin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Sözleşme) olmasına karşın, TBMM’den “Kadına Yönelik Şiddetin ve Aile içi şiddetin Önlenmesi Bunlarla Mücadeleye Dair Sözleşme” şeklinde onaylanarak geçirilmiştir.
Görüldüğü gibi Türkiye Cumhuriyeti parlamentosu ev içi kavramını aile kavramına dönüştürerek keyfi bir tutum izlemiştir.
Halbuki uluslararası metinlerinin isimlerini tek taraflı olarak değiştirmek metinlerin gücünden, etkisinden ve kapsamından bir şey kaybettirmez. Bu bağlamda sözleşme, taraf devletlere kadına karşı şiddet ve ev içi şiddetle ilgili genel ve özel yükümlükler yükler. Böylece sözleşmenin kapsamına kadınlar, kız çocukları, erkekler, erkek çocukları, yaşlı, evli, bekar kimseler, engelli kadınlar, bakıma muhtaç kadınlar LGTB+ kişileri, madde bağımlısı kadınlar, HIV virüsü taşıyan kadınlar gibi özel durumdaki savunmasız bireyler girmektedir. Sonuç olarak sözleşmenin ister başlığı değiştirilsin yahut değiştirilemesin toplumsal cinsiyet, ırk, din, renk, siyasi veya başka görüşe sahip olma, cinsel kimlik, göçmenlik gibi sebepler gösterilmeden yani ayrımcılık olmaksızın herkes üzerinde en geniş hali ile uygulanacağı açıktır. Yine Avrupa Konseyi’nin bir uluslararası sözleşmesi olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni, Avrupa kıtası üzerinde güçlü kılan nasıl bünyesinde barındırdığı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve siyasi denetim mekanizması ise İstanbul sözleşmesini de güçlü kılan denetim mekanizmaları ve kapsamının genişliğidir. Zaten bu sözleşme sayesinde Türkiye de 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi Kanunu yürürlüğe girmiş ve şiddeti önlemede etkin olmaya başlamıştır. Yine Türkiye İstanbul Sözleşmesine taraf olduktan sonra Ekim 2018 itibariyle 71 ilde 6284 sayılı kanun uyarınca kadının statüsü genel müdürlüğünce şiddeti önleme ve izleme merkezleri açılmıştır. Bu noktada yine birkaç hususun altını çizmek istiyorum. Velev ki devletin veya genel kamuoyunun hem İstanbul Sözleşmesi ile ilgili hem de 6284 sayılı kanunla ilgili birtakım çekinceleri var ise bunların nelerden ibaret olduğu ilgili STK’lar bazında ve genel olarak toplumda tartışıldıktan sonra parlamentoda birtakım ilave düzenlemeler yapılması mümkünken veya İstanbul sözleşmesi ile ilgili birtakım hususlarda çekince koymakta olası iken sözleşmenin Cumhurbaşkanlığı makamı tarafından bir kararla iptal edilmesini anlamak gerçekten çok güçtür. Diğer yandan İstanbul Sözleşmesi 6251 sayılı yasa ile TBMM oy birliği ile uygun bulunarak anayasamızın 90. maddesi çerçevesinde yürürlüğe girmiştir. Halbuki Cumhurbaşkanı karar veya kararnamesi olsun hiçbir işlemi ile yasama alanında düzenleme yapamaz. Kanun koymak, değiştirmek ve kaldırmak yetkisi sadece TBMM’ye aittir. Yine Cumhurbaşkanının anayasamızın 104. maddesinde uyarınca temel haklarla ilgili de tasarrufta bulunamaz. Usulüne uygun olarak yürürlüğe girmiş ve kadına yönelik şiddet ile ev içi şiddetin önlenmesi ve mağdurun korunması amacı ile hazırlanmış olan bu metnin temel ve hak hürriyetleri düzenlediği konusunda en ufak bir tartışma olamayacağına göre anayasanın 90/1. maddesine aykırı olarak iptal edildiği açıktır. Cumhurbaşkanlığı makamı kararını daha önce yayınlamış olduğu bir kararnameye dayandırmıştır. (Cumhurbaşkanlığı kararnamesi CBK-9 madde 3) Halbuki bu maddenin geçerlilik alanı uygulama antlaşmaları ile kanunun verdiği yetkiye dayanılarak çıkarılan ekonomik, ticari, teknik ve idari anlaşmalarla ilgilidir. Yani iptale dayanak teşkil eden kararname anayasanın 90/3 maddesi ile sınırlıdır. Bu bağlamda cumhurbaşkanı, vereceği bir kararla insan hakları alanında bir düzenleme yapamaz ve İstanbul Sözleşmesi anayasamızın 90. maddesi gereğince normlar hiyerarşisi bakımından yasaların üstündedir. Yine anayasamıza göre kazanılmış haklar da geriye götürülemez. Bu nedenle birçok baro, siyasi parti ve gerçek kişiler de Danıştay Başkanlığı’na 3718 karar sayısı ile belirtilen Cumhurbaşkanlığı makamının kararının yok hükmünde olduğunun tespiti sureti ile iptali için anayasamıza aykırı olduğu iddiasıyla dava açmışlardır ve açtıkları bu davalarda özellikle kararın yok hükmünde olduğunun tespiti ile iptaline ve kararın anayasamızın 104. maddesine aykırılık teşkil edilmesi ile iptalini ve yine Cumhurbaşkanlığı makamının dayanağını oluşturan 9 sayılı Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin 3. maddesinin 1. fıkrasında ve 3. fıkrasında yer alan “bunların hükümlerinin uygulanmasını durdurma ve bunları sona erdirme ve 3. fıkrasında yer alan uygulanmasının durdurulduğu ve sona erdiği tarihler; Cumhurbaşkanı kararı ile tespit olunarak resmi gazetede yayınlanır hükümlerinin anayasaya aykırı nedeniyle Anayasa Mahkemesi’ne itiraz yoluyla başvurulmasını talep etmişlerdir. Ne yazık ki sözleşmenin iptal kararının kamuoyunca duyulmasının ardından ülkemizin birçok noktasından kadına karşı şiddet haberlerinin artarak devam ettiğini görmekten büyük üzüntü duyduğumuzu da belirtmek isterim. Umarım en kısa zamanda gerek Danıştay Başkanlığı gerek ise Anayasa Mahkemesi açılan davalarla ilgili gerekli incelemeleri tamamlayarak İstanbul’da imzalanan ve ülkemizin ilk imzacısı bu metnin en kısa zaman içerisinde hak ettiği değeri bularak insanlık onurunu taşıyan yalnızca insan oluşlarından dolayı eşit, özgür, onurlu yaşam hakkına sahip olan herkesin hakkının korunduğu bir dünyaya yakın bir gelecekte kavuşmayı dilerim.