Genel
“Her birimiz birer markayız”
07 Ağustos 2019
Ben bu açıdan şanslıyım çünkü FOX TV, İsmail Küçükkaya ve Çalar Saat kesişimi marka bilinirliğini ve erişilebilirliği çok yüksek.
Bir tek dileğim var o da her zaman kendimi de tazeleyerek sabah haberlerini uzun yıllar yapabilmek.
İlk olarak; İsmail Küçükkaya kimdir, gazetecilik kariyeriniz nasıl başladı?
1972 yılında doğdum. Oğlak burcuyum. Kendimi bildim bileli çalışıyorum. Küçükken de çalışmamın yanı sıra ailem oyun oynamam için gerekli ortamı, zamanı da yaratıyorlardı. Bu yüzden hem çok çalıştım hem de çok oynadım diyebilirim. Bu, hayal gücümü geliştirmem acısından bana fayda sağladı. Eğitim hayatımda hep iyi bir öğrenciydim, sevilen, örnek gösterilen bir öğrenciydim ama hiçbir zaman da sınıf birincisi, okul birincisi değildim. Hep takdir, teşekkür alan bir öğrenci oldum ama en başından beri özellikle tarih, edebiyat gibi derslere özel ilgim vardı. Bu benim sonraki hayatımda da her zaman işime katkı sağladı. Lisede de kompozisyon yarışmalarına katılırdım, ödüller alırdım. Sonra okurken Simav’ın Sesi isimli yerel bir gazetede çalıştım. 1989 yılında girdiğim Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde Gazetecilik okudum. Orada okurken de ikinci sınıftan itibaren Hürriyet’te çalışmaya başladım. Dolayısıyla hem alaylı gazeteci hem de mektepli gazeteci oldum. Hem pratiğini yaptım hem de teorisini okudum. Hayalini kurduğum gazetecilik mesleğine dair bütün kademelerden geçtim: Yerel gazetecilik, muhabirlik, politika muhabirliği… Tüm bunlardan sonra da 5 yıl Ankara temsilciliği yaptım. 5 yıl da genel yayın yönetmenliği yaptım. Son 6 yıldır da televizyon haberciliği yapıyorum. Benim öyküm kısaca bu şekilde.
Çalar Saat’ten önce sabah saat 7’de insanları televizyona kilitleyen ve bu kadar başarıya ulaşan bir program yoktu. Bunun Amerika’da aldığınız eğitimlerle bir ilgisi var mı?
Bence var. Gazetecilik serüvenim 2013 yılında bittiğinde televizyona başladım. Orada dijital medya konusunda, mesleğimizin geleceği konusunda çalışmalar yapıyordum, özel dersler de alıyordum. FOX TV Genel Yayın Yönetmeni Doğan Şentürk arkadaşım bana sabah haberlerini teklif ettiğinde de Amerika’daydım. Hatta ders alırken Türkiye’den böyle böyle bir teklif var diye bu teklifi de konuştum hocamla. Amerika’daki sabah haberlerini izledim… Günümüze gelecek olursak, Doğan Şentürk bana şunu söylüyor: “Eskiden ana haberler önemliydi, şimdi seninle birlikte sabah haberleri ön plana geçti.” Ben de böyle olduğunu düşünüyorum ve buna inanmak istiyorum. Çünkü bizim sabah haberimize başkanlar geliyor, başkan adayları geliyor, başbakan geliyor ve programımızın çok yüksek reytingleri, çok yüksek izlenme payı var. Amerika’da da böyle. Sabah haberleri çok önemlidir orada. Burada bir tek eksik var: Amerika’da sabah haberlerini bir kadın ve bir erkek sunar genelde. Sonra hava durumunu bir başkası sunar… Ben Amerika’da gördüklerimle kendi yazılı medyada edindiğim tecrübeleri birleştirdim ve “ne yenilik yapabiliriz” diye düşündüm. Sonuçta da ortaya bu format çıktı.
Yaptığınız programlara, haberciliğinize toplumun güveni çok yüksek. Birçok kanal ve birçok gazeteci alternatifi varken insanların size güvenmesini sağlayan şey ne oldu?
Bu önceki soruyla da bağlantılı aslında. Şöyle ki; Amerika’da bu konuda araştırma yaparken gördüm ki televizyonda en çok güvenilen insanlar sabah haberi sunucuları. Eğer siz sabah haberinde başarılı olursanız, istikrarlı bir çizgiyi tutarlı bir şekilde devam ettirirseniz uzun yıllar sabah haberi sunabilirsiniz ki ben de uzun yıllar sabah haberi yapmayı istiyorum. Zaten şu anda 6 yılımı bitirdim, bunu 10 belki de 15 yıla dayandırmak istiyorum. Dolayısıyla uzun yıllara dayanan böyle bir geçmiş size toplumun en çok güven duyduğu insan olma vasfını kazandırıyor. Şundan dolayı; her gün sınavdasınız. Her gün bir insanı, bir toplumu, bir ülkeyi güne uyandırıyorsunuz. Sizin yüzünüze, gözünüze, tavrınıza bakıyorlar… Bu sınavlardan her gün başarıyla geçtikçe de size güven duyuyorlar. Ben her sabah bu bilinçle hareket ediyorum.
Ana habere ya da başka bir program türüne geçmeyi düşünüyor musunuz?
İnanın, hiç düşünmüyorum. Daha önce de bu konuda farklı teklifler geldi, gelmeye de devam ediyor ama ben işimi, sabah haberlerini o kadar seviyorum ki… Bir tek dileğim var o da her zaman kendimi de tazeleyerek sabah haberlerini uzun yıllar yapabilmek. Mesela aslında şu an tatildeyim ama kitaplarımı okumaya, kendimi geliştirmeye çalışmaya hiçbir zaman ara vermiyorum. Böyle böyle sürekli kendimi yenilemeye, geliştirmeye, tekrar düşmemeye çalışıyorum. Sabah haberlerini uzun yıllar yüksek verimlilikte yapmak istiyorum.
Türkiye’nin en çok konuşulan anchormani olarak bir marka oldunuz. İsmail Küçükkaya markalaşmayı nasıl başardı?
Markalaşmak biraz ticari bir şey gibi geldiği için kendim için ‘algı’ kelimesini kullanıyordum ama aslında marka kelimesini de kullanmamız gerekiyor. Şu anlamda: Aslında her birimiz birer markayız. Kendi markamızın değerini kendimiz belirliyoruz. Yapıp ettiklerimizle, sözlerimizle, davranışlarımızla, icraatlarımızla, doğrularımızla ve hatalarımızla. Hani vardır ya ‘en değerli markalar’ sıralamaları, ben de kendimi ona göre değerlendirdim. Benim ‘İsmail Küçükkaya’ diye bir algım var: Gazeteci, haberci ve daha birçok şey. Bunu bir marka olarak da düşünebiliriz. ‘İsmail Küçükkaya’ bir ürünse, bir markaysa bunun nasıl olması lazım? Bunun; tüketiciyi aldatmayan, albenisi olan, dayanıklı, aldatıcı reklam kullanmayan ve sürdürülebilir olması gerekiyor. Tüm bunlar için de yatırım yapmak gerekiyor. Bu markayı kılık kıyafetten tutun konuşmalarımıza hatta gittiğimiz yerdeki davranışlarımıza kadar pek çok şey etkiliyor. İşte bu yüzden marka yönetimlerimizi çok iyi yapmamız gerekiyor. Tüm bu adımlar birleşince de marka bilinirliği ortaya çıkıyor. Ben bu açıdan şanslıyım çünkü FOX TV, İsmail Küçükkaya ve Çalar Saat kesişimi marka bilinirliğini ve erişilebilirliği çok yüksek bir kesişim noktası. Reytinglerimiz de markalarımızın ticari başarısı. ‘Celebrity management’ yani ‘şöhret yönetimi’ denilen bir kavram var. Ben buna çok önem veririm. Diyelim bir yerde kuyruktasınız, sıra bekliyorsunuz ve araya birileri kaynadı. Normalde buna müdahale etmeniz gerekir ama tanınan biri olunca böyle bir duruma pek giremiyorsunuz. Ben kimseyle gerginlik, kavga yaratacak şeylere girmemeye çalışıyorum. Yanlış anlaşılacak durumlara girmemeye çok önem veriyorum.
Ulaşılabilirliğiniz de oldukça yüksek. Bu da samimiyet açısından çok önemli bir şey…
Çok sağ olun. Bu benim doğal halim. Ben insanlarla iç içe olmayı çok seviyorum. Mesela geçenlerde bir yere gittik. İnanır mısınız uğramadığım masa kalmamıştı. Fotoğraf çektirmek istiyorlardı bende “siz kalkmayın, ben gelirim” diye diye neredeyse tüm masaları gezdim. Tek bir masa kalmıştı uğramadığım onlara da geçerken “İyi akşamlar” dedim, şaşırdılar. “Neden fotoğraf çektirmiyoruz” dedim, “Ay az önce biz herkesi ayıpladık sizi rahatsız ediyorlar diye” dediler. “Hayır, hiç ayıplanacak bir şey yok. Bilakis çok memnun olurum” dedim ve oturdum onlar da fotoğraf çektirdim. İnsanlar size bakınca ‘burnu kalkık’ değil ‘bu bizden biri’ demeliler. Beni, bizi bu noktaya getirenler halk. “Şöhret kredi kartı gibidir” diye bir tabir vardır. Şimdi her şeyi alıyorsun ama ayın sonunda ödemesi var. Bunu hiç unutmamamız lazım. O hesap ekstresi mutlaka gelecek.
Özellikle Türk televizyon tarihine geçen ortak yayından beri kulislerde ‘Uğur Dündar’ın veliahttı’ olarak anılıyorsunuz. Bu konuda bir yorumunuz var mı?
Bundan onur duydum. Uğur Dündar, çizgisi kırılmamış bir meslek büyüğüm ve Türkiye’de televizyon haberciliğinin zirve ismi. “En Çok Güven Duyulan İsimler” listesinde yıllardır birinci oluyor. Ben de ilk yıl 10. çıktım. Sonra 6, 5, 3 diye devam etti. Ben de onun arkasından zirveye doğru devam etmek istiyorum. Uğur Dündar gibi o yaşa gelince hala o saygıyı koruyabilirsem benden mutlusu yok. Tabii herkesin kendine göre bir tarzı, bir iş yapış biçimi var ama ana ilkeleri itibariyle Uğur Dündar gibi olabilmek çok büyük bir şans. İnşallah onun yaşına geldiğim zaman da ben de adımı onun gibi koruyabilmiş olurum.
Hiç sunmak istemediğiniz bir haber oldu mu?
Hiç sunmak istemediğim iki tip haber var: Birincisi çocuklara yönelik şiddet haberleri, ikincisi de kadına yönelik şiddet haberleri. Bu iki tipte arkadaşların hazırlayıp benim listeden çıkardığım çok haber olmuştur. Bahsederim belki gene ama hep üstü kapalı, isim vermeden. Mümkün olduğunca çocuğun ya da kadının şahsına bir yönlendirme olmadan… Ben haberlerin pozitif yanlarını sunmaya çalışıyorum. Mesela kadınların politikadaki görünürlüklerini artırmak istiyorum. Kadınların politikadaki sayılarının artmasını istiyorum ve böyle kampanyalar yapıyorum. Sivil toplum önderlerini sürekli yayınlarıma davet ediyorum. Diğer türlüsünü; kadın cinayeti haberini vermek istemiyorum. Bunların yerine duyarlılığı artırıcı, farkındalığı geliştirici, bilinç güçlendirici pozitif haberleri vermeye çalışıyorum.
FOX TV, kadın girişimcileri reklamlarına taşıyarak birçok kanala örnek olacak bir projeye imza attı. Sizin sosyal sorumluluğa yaklaşımınız nedir? Markalar için sosyal sorumluluk projelerinin önemi hakkında neler söylersiniz?
Çok önemli. Biraz önceki markalaşma sorusuyla da bağlayabiliriz. Eğer ben de bir marka olarak sayılıyorsam, benim de sosyal sorumluluk projelerine katkı sağlamam gerekir. Ben de madem programım çok etkili, reytingi çok yüksek kendime şöyle bir görev verdim: Nerde bir kadın varsa; kendini göstermek isteyen, çalışmak isteyen, sosyal işler yapan, sosyal sorumluluk projeleri yapan onlara yer veriyorum. Bu anlamda Canan Güllü olsun, Nazan Varol olsun kadın ve insan hakları aktivistlerini çok sık ağırlıyorum programda. Bazılarıyla projeler geliştireceğiz. Mesela; Canan Güllü Neptün Soyer Hanım’a gitti, birlikte iş yapacaklar. Biz de sezonda çok sık duyuracağız. Kadın istihdamı, kadın dayanışması, kadınların toplum içindeki pozisyonlarının güçlendirilmesi konusunda en önemli projemiz bu. Bunun kökü de en çok değer verdiğimiz konulardan biri olan ‘kız çocuklarının okutulması’.
Son olarak; hiç canlı yayın kazası yaşadınız mı? Yaşadıysanız bize biraz bahseder misiniz?
Yaşamadım ama bugünlerde korktuğum bir şey var, bunu da paylaşabilirim buradan ilk defa: Bir meslektaşımız ikidir mikrofon kazası yaşıyor. Biliyorsunuz program süresince mikrofonlarımız var üzerimizde. Biz program içinde konuşuyoruz, aralarda da izleyicilerimiz haberlerin bant kayıtlarını izliyor. Seyirci orada banttan haber izlerken stüdyoda biz konuşuyoruz aslında. Sohbet ediyoruz, bir ihtiyacımız varsa söylüyoruz vs. Bir meslektaşımızın ikidir mikrofonu açık kalıyor. Bu bende bir korku oluşturdu ve ödev verdim kendime; “aralarda şaka bile yapma” diye. Çünkü aniden dönebilir kamera, mikrofon. Bu istenmeyen olaylara sebebiyet verebilir. Canlı yayın çok güzel bir şey ama bir o kadar da riskli.
İlginizi Çekebilir
Girişimcilerin Büyük Hataları Etkinliği 5 Aralık’ta İstanbul Kültür Üniversitesi’nde
Franchise Market Türkiye — 2024-12-04 11:07:00
TRPharm Gönüllülük Ruhu ile Daha İyi Bir Gelecek İçin Çalışıyor
Franchise Market Türkiye — 2024-12-04 10:39:00
Daikin'in 'Temiz Hava Elçileri'ne ödül
Franchise Market Türkiye — 2024-12-04 10:23:00