Ara
Franchise

Yönetim Dünyasın Yeni Trendi Hikayeliştirme

Blog Image
Yazar: Mustafa BAYINDIR 28 Temmuz 2021

Dünya devi teknoloji şirketleri yönetim kadrolarında “Chief Storyteller” yani Türkçe adıyla “Baş Hikaye Anlatıcısı” pozisyonlarını oluşturmaya başladılar.

Dünya tamamen uykudaydı. Hiçbir şey büyümüyordu. Her şey hareketsizdi ve sessizliğe gömülmüştü. Tüm canlılar uykudayken bir gün gökkuşağı yılanı uyandı ve dünyanın yüzeyinde süründü. Tüm diyarları gezdi ve böylece her yere izini bıraktı. Sonra geri döndü ve kurbağalara seslendi. Onlar da su dolu kocaman karınlarıyla ortaya çıktılar. Gökkuşağı yılanı onları gıdıklayıp güldürdü. Sular ağızlarından çıktı ve gökkuşağı yılanının izlerini doldurdu. Göl ve nehirler böyle yaratıldı. Daha sonra çimenler ve ağaçlar büyümeye ve yeryüzünü yaşam doldurmaya başladı.

Okuduğunuz satırların biraz garip olduğunu kabul ediyorum. Bunun sebebi dünyanın bilinen en eski uygarlıklarından biri olan Avusturalya yerlileri Aborjinlere ait “Düş Zamanı Varlıkları” hikayesinden alıntı olmasındandır. 

Mungo Gölü'nün yatağında yapılan araştırmalarda bulunan insan iskeletine yapılan DNA testiyle birlikte Avustralya kıtasında yaklaşık 65.000 yıl önce insanların yaşamış olduğu biliniyor. Böylesine köklü bir geçmişe sahip oldukları ispatlanan Aborjinler, her ne kadar ilkel bir ırk olarak anılsa da yapılan araştırmalar yaşam biçimleri ve ritüellerine bakıldığında düşünsel anlamda oldukça ileri bir medeniyet olduklarını ortaya koyuyor.

Yine yapılan araştırmalarda Avustralya Aborjinlerinin sahip oldukları bilgileri nesilden nesile aktarmak için ezber yeteneklerini kullandıkları tespit edilmiş. Aborjinler, yaşadıkları dünya ile ilgili sahip oldukları bilgileri hafızalarında saklayıp, binlerce yıl korumayı başarabiliyorlar. Peki bu nasıl oluyor? Nasıl oluyor da Anangu Kabilesi, Uluru’da bulunan neredeyse her çentik, yarık ve tümseği ezbere biliyor.

Avustralya'daki Aborjin halkları, dünyadaki en eski hikayelerin ve en eski hikaye sistemlerinin koruyucularıdır. Aborjin halkları hikayelerle yaşar, öğrenir ve öğretir. Kabile yaşlıları, sahip oldukları bilgileri dansların, öykülerin, şarkıların ve mekanların içinde şifreleyerek hikayelerle gelecek nesillere aktarır. 

Kabilenin ergenlik çağına gelen erkekleri, atalarının izini sürdükleri uzun bir yolculuğa çıkarlar. Ergen erkeklerin olgunluklarının sınandığı bu çetin yolculuk, sulama kuyularını, mağaraları, yön bulmaya yardımcı beli başlı alanları ve kabileler için son derece önemli besin kaynaklarını birbirine bağlayan bit hat üzerinde gerçekleştirilir. Kendilerine ait bir yazılı dili olmayan Aborjinler, bu ritüel sayesinde, hikaye anlatımıyla başlayan ve nesiller boyu aktarılmaya devam eden kültürel bir hazineye sahiptirler.

Günümüzden binlerce yıl önce ilkel insan doğadan korkuyordu ve ona benzemeye çalışarak başarıya ulaşacağını düşündü. Ateşin başında, doğanın ve yırtıcı hayvanların dahil edildiği öyküler anlattı, efsaneler tasarladı. Bununla yetinmedi, korkularını mağaralara resmetti. İnsan, zamana ve mekana meydan okudu, her koşulda hikaye anlattı çünkü hikayesi güçlü olanların söz sahibi olacağını iyi bilirdi. Öğrenme büyük ölçüde hikayelerin nesiller boyunca aktarılmasıyla gerçekleşti. Zaman belki birçok şeyi yeryüzünden sildi ancak hikayenin değerini değil. Birçoğunun aksine, teknoloji odaklı günümüz dünyası, hikayeyi yok etmek şöyle dursun, paylaşmayı ve büyütmeyi kolaylaştırdı. Bir hikayenin “viral olma” potansiyeli hiçbir devirde bu kadar kolay ve kitlesel olmamıştı. 

Hikayeler bizi yalnızca geçmişe bağlamak ve evrensel inançları ifade etmekle kalmaz, aynı zamanda dünyayı ve onu paylaştığımız insanları daha iyi anlamamıza yardımcı olabilir. Bu, beynimizin hikayeleri sevmesinin nedenlerinden sadece bir tanesidir. 

Beynimiz yüz milyar nöron ve aralarında oluşturdukları bir katrilyonun üzerindeki bağlantı ile olağanüstü karmaşık bir yapıya sahiptir. Bu tür bir potansiyele sahip olmasına rağmen dünyanın kaosunu tanınabilir bir düzene sokmak için belirgin bir model oluşturmaya çalışan bir araçtır. Hikayeler, beyin için tam da bunu yapmanın en güçlü ve anlamlı yolunu temsil eder. Bu sebepledir ki günün her saati, deneyimlerimizi aktarmak ve çevremizdeki insanlarla bağlantı kurmak için düzenli olarak hikayeleri kullanırız. Hikayelerle olayları açıklar, değerlerimizi fark eder, anlam ve amaç kavramlarını keşfederiz. Otoriterlerce ortaya atılan iddialara göre, tüm dünyadaki insanları birbirileri ile olan etkileşimlerinin %65'inin sosyal hikaye anlatımı (yani dedikodu) biçiminde olduğu tahmin ediliyor.

Bir hikayeyi dinlemeye başladığında beyinde iki değişiklik meydana geliyor. Biri nörolojik, diğeri ise kimyasal. Standart bilgiye dayalı bir cümle duyduğunda beynimizin dil işleme ve dil anlama bölümleri aktifleşiyor. Oysa hikaye dinlediğimizde, beynimizdeki sinirsel aktivite tam 5 kat artıyor. Motor kortekslerimizi, duygu ve görsel görüntü işleme merkezlerimizi kullanmanın yanında, duyumları hayal ediyoruz ve duygusal tepkileri işliyoruz. Bunun anlamı, hikayelerle beynimizin daha fazla iş başında olduğu, daha fazla odaklandığımız ve sonrasında konuyu hatırlama ihtimalimizin daha yüksek olduğudur.

Birkaç yıl önce, bilim insanları hikayelerin beynimizde tam olarak nasıl çalıştığını görmek için sinema salonunda bir grup insanla deney yaptılar. Katılımcıların başlarına kask taktılar, kalp atış hızlarını ve nefeslerini ölçmek için monitörlere bağladılar ve vücutlarına ter takip cihazları bantladılar. Deneyin devamında James Bond filmleri izleyen deneklerin fizyolojik tepkilerini yakından takip ettiler. Ne mi oldu? James Bond’un tehlikeli ya da çaresizlik altında kaldığı anlarda seyircilerin de nabzı hızlanıp, terlediler. Bilim insanları ilginç bir şey daha tespit ettiler. Seyircilerin beyinleri, sinemadaki karakterle aynı durumda kalmışçasına ‘oksitosin’ adı verilen bir nörokimyasal sentezlemişti. Bu, James Bond'u izlemekle kalmıyor, kendimizi onun yerine koyuyor ve en derin fizyolojik düzeyde, onu gerçekten umursadığımız anlamına geliyordu.

Filmin ilerleyen bölümlerinde James Bond’un senaryo gereği maruz kaldığı farklı durumlarda da seyircilerin tepkilerini takip eden bilim insanları, karakterle seyirci arasında görünmez bir bağ oluştuğunun farkına vardılar. James Bond karakterinin acı, korku, neşe ve benzeri duyguları deneyimlediği sahnelerde katılımcıların beyin aktivitelerinde ve salgılanan nörokimyasallarda aynı şeyleri gerçekten yaşıyormuşçasına artışlar olduğu görüldü. Sonuçlar, deneklerin bu duyguları gerçek hayatta yaşadıkları zamanki sonuçlara benzerdi. Bu demektir ki, bir hikaye aracılığıyla, gerçek durumu fiziksel olarak yaşamamamıza rağmen, beynimizde fiziksel ve kimyasal olarak deneyimlemeye başlıyoruz. Hikaye ve karakterler bizi içine çektiğinde, olayları ve duyguları sanki karakter kendimizmiş gibi yaşarız. Yani bir hikayede yaratılan heyecan beyne etki eder. Hikayede anlatılan duruma göre dopamin, kortizol, oksitosin ve endorfin salgılanır. Karakterlerin kötü adamı yendiğini gördüğünüzde, vücudunuzdaki kimyasallar salındıkça zevk alırız. 

Bunca araştırmadan çıkan net sonuç, hikayelerin varoluştan bu yana insan hayatında önemli ve güçlü bir etkisi olduğu olgusudur. Aslında yazımın ana fikri de buna dayanıyor. 

Gallup’ün yaptığı küresel bir araştırmanın sonuçları, kurumlarda çalışanların %63 oranındaki büyün bir kısmının kuruma bağlılıklarının olmadığı, motivasyondan yoksun oldukları ve kurumsal hedeflere ulaşma yolundaki isteklerinin yeterli olmadığı gözler önüne

serildi. Daha da kötüsü çalışanların %24’ünün işyerinde mutsuz ve verimsiz olduklarını açıkça beyan etmeleri. Gallup aynı araştırmada bu konuda pratik uygulamalar içeren çözüm önerileri de yer vermiş. Buna göre, çalışanların kurum içerisinde güçlü yanlarından en iyi şekilde yararlanmalarına ve çalışan refahını temsil eden bir çalışma ortamı oluşturulmasına dair liderin adımlar atması gerekiyor. 

İşyerinde doğru kültürü geliştirebilmek için kurumun geçmişi, değerleri, mücadeleleri ve amaçları hakkında hikayeler paylaşmak son derece önemli. Ama en önemlisi, hikayeler genellikle eyleme geçirir. Yazar Alan Weiss, “Mantık insanları düşündürür; duygu onları harekete geçirir” diyor.  Günün sonunda, insanları yerinden kaldırıp hareket geçmelerini istiyorsak, duygulara hitap etmeye ihtiyacımız var.

İşletmelerin hem müşteri hem de çalışan nezdinde oluşturdukları hikayeler, kurum kültürlerinin üzerine işlendiği kumaştır. Başarılı bir ilişki kurmanıza, bir vizyonu müjdelemenize, bir markayı savunmanıza, beklentileri hizalamanıza, takımlar oluşturmanıza, yetenekleri cezbetmenize, endişeleri gidermenize, gerginliği azaltmanıza ve çatışmaları çözmenize yardımcı olur. Yine araştırma sonuçlarına göre akıllı liderler, hikaye anlatımının katılım yaratma, diyalog oluşturma, diyalogu geliştirme ve ortak bir fikirde buluşma konusunda oldukça etkili bir yöntem olduğunu biliyor ve bilinçli bir şekilde kullanıyorlar.   

Kısacası günümüz iş dünyası hikaye anlatmanın bir liderlik ve yönetim becerisi olarak önemini giderek daha iyi anlamaya başlıyor. İş dünyasındaki birçok önemli liderin, İngilizcesi “storytelling” olan hikaye anlatıcılığı yetkinliği üzerine daha fazla odaklandıklarını görüyoruz. Bunun nedeni iş yerinde doğru kültürü hikaye anlatımını kullanarak geliştirebileceklerine inanmaları. Geçenlerde okuduğum bir haber de bunu destekler nitelikte. Başlığı “Hikaye anlatan yönetici zirveye çıkar” olan bu haber, yazarı Philipp Schönthaler’in “Yöneticinin Genç Bir Yazar Olarak Portresi” adlı kitabı hakkındaydı. Kitapta hikaye anlatma konusunda ustalaşmış başarılı liderlerden örnekler verilip, kurum ve insan ilişkilerinin düzenlenmesinde hikaye anlatıcılığının geleceği değerlendiriliyor. En önemli örneklerden biri Apple’in eski CEO’su, teknolojide dünyayı değiştirecek devrimler yaratan Steve Jobs. Philipp kitapta “O aslında çok iyi bir hikaye anlatıcısıydı” diyor ve ekliyor: “Çok az insan bir şirket kurup ondan bir dünya devi çıkardıktan sonra bu yetkinlikte ve beceride başarı hikayesini anlatabilirdi. Jobs’ın devrimci etkisi nedeniyle artık birçok yönetici, CEO ya da genel müdür çok iyi birer konuşmacı ya da hikaye anlatıcısı olmak zorunda.”

Hızla gelişen dijital dünya ve pandemi sonrası iş hayatında değişen dinamikler, çalışanların ortamlarını, beklentilerini ve gelecek projeksiyonlarını pek de alışık olmadığımız tarzda şekillendiriyor. Kurumlarda her ne kadar gelişmiş sistemler, robotlar, akıllık binalar ve yapay zekaya sahip makinalar olsa da çalışanlar kurumun yaşamsal fonksiyonları olan beyni ve kalbidir. İşletmenin başarısı, çalışanların yetkinliklerinin kalitesine bağlıdır. Hikaye anlatımı yetkinlikleri beslemenize yardımcı olur. Diğer herkes gibi çalışanların da motivasyona ihtiyacı vardır. Motivasyon için bir şeye inanmalı, daha önemlisi çalıştıkları kuruma inanmalılardır. Bu anlamda kurumun hikayesi, misyon ve vizyonuyla, çalışanlar arasında yankı uyandırmalıdır. 

Hikaye anlatıcılığı sürekli değişen ortamlarda liderlere, çalışanları etkileme ve ikna etme fırsatı sunar. Hikaye anlatıcısı liderler, çalışanlarına hikayelerle kendilerini geliştirmeleri, performanslarını artırmaları, yaptıkları işin kalitesini artırmaları ve müşterilerle daha etkin bir şekilde etkileşim kurmaları için ilham verir. Hikaye anlatımı çok düşük maliyetle hem çalışanlar hem de müşteriler üzerinde büyük etki ve değer yaratabilir. Yukarıda sayılan sebeplere ve daha birçoğuna bağlı olarak, özgün, güvenilir ve ikna edici bir anlatı yaratmak, bir liderin başarısı için hayati önem taşır.

Günümüz iş dünyasında hızla kendine önemli bir yer edinen hikaye anlatıcılığı (storytelling), yurtdışındaki çok uluslu firmalarda karşılığını şimdiden bulmaya başladı. Dünya devi teknoloji şirketleri yönetim kadrolarında “Chief Storyteller”, “Chief Storytelling Officer (CSO)” ya da Türkçe adıyla “Baş Hikaye Anlatıcısı” pozisyonlarını oluşturmaya ve geliştirmeye başladılar. Microsotf, IBM ve Nike gibi dünya markaları çoktan bu pozisyonları doldurdu. Tüm işletme sahibi dostlara ve Franchise Market Türkiye’nin siz değerli okurlarına buradan seslenmek istiyorum.  

Gelecekte akademik çevrelerin yönetim ve organizasyon alanındaki gündemini epey meşgul edecek ve sayısız araştırmaya konu oluşturacak, iş dünyasında yönetimsel hikayeleştirme konusunu geç olmadan gündeminize alın derim. Amerikalı bilgisayar bilimcisi Alan Curtis Kay’in de dediği gibi “Geleceği tahmin etmenin en kolay yolu, onu icat etmektir.” 

İlginizi Çekebilir

Eğitim Sektöründe Franchise: Girişimciler İçin Kapsamlı Rehber

Eğitim Sektöründe Franchise: Girişimciler İçin Kapsamlı Rehber

Franchise Market Türkiye — 2024-10-12 09:54:00
Başarılı Franchise Modeli Nasıl Oluşturulur?

Başarılı Franchise Modeli Nasıl Oluşturulur?

Franchise Market Türkiye — 2024-10-11 12:00:00
15 Günde Anahtar Teslim Mağaza!

15 Günde Anahtar Teslim Mağaza!

Franchise Market Türkiye — 2024-10-11 10:17:00